TOBB TOBB 62. Genel Kurulu TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi'nde Gerçekleştirildi. TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu'nun konuşması ektedir.
TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu’nun TOBB 62. Genel Kurul Açılış Konuşması:
“Sayın Genel Kurul Başkanım ve Konsey Başkanlarım, Sayın Başbakanım, Cumhuriyet Halk Partisi'nin sayın Genel Başkanı, Doğru Yol Partisi'nin sayın Genel Başkanı, Siyasi partilerimizin değerli temsilcileri, Kıymetli Bakanlar ve Milletvekilleri, Saygıdeğer bürokratlar, Çok sevgili Başkanlarım ve genel kurul Delegelerim Saygıdeğer misafirler, Kıymetli basın mensupları,
Sizleri camiamızın gurur kaynağı TOBB-ETÜ’de ağırlamaktan büyük onur duyuyor, şahsım ve yönetim kurulum adına saygıyla selamlıyorum. 62. Genel kurulumuza hoş geldiniz. TOBB, ülkemizin her köşesinden ve tüm sektörlerden, küçük-büyük, yerli-yabancı, 1,3 milyon üyesiyle, iş âleminin tamamını bir araya getiren, en büyük meslek örgütüdür.
Gururla ifade etmek isterim ki, biz aynı zamanda, ülkemizde katılımcı demokrasinin yayılması açısından örnek gösterilecek bir meslek örgütüyüz. 364 oda ve borsamızın her biri, demokratik yapısı ve geleneğiyle, ülkemizin her yanında demokrasi kültürünün gelişmesine, kök salmasına katkıda bulunmaktadır. Bu demokratik yapısı sayesinde TOBB, yıllardır müteşebbislerimizin sesi olmuştur.
Her gün halkımızın içinde, halkı en iyi bilen, ülkemizdeki sıkıntıları en iyi takip edenler, işte buradaki müteşebbislerdir. Uzun yıllar sonunda sağlanan makro istikrar sayesinde, ekonomiyi son 5 yılda kesinti olmaksızın büyüten, ihracatı 2,5 katına çıkartan, ticaret, sanayi ve hizmet sektörlerinde 2,4 milyon kişiye yeni istihdam sağlayan, işte bu büyük camiadır. Bu camianın mensupları, yaşadıkları sıkıntılara rağmen, 5 yıldır daha çok iş, daha çok aş sağlıyor, milletimize daha çok umut veriyor. Bu yüzden, TOBB’un sesi, sağduyunun sesidir. Türk milletine hizmet etmek isteyenlerin, kulak vermesi gereken bir sestir.
Biz daha çok yatırım yapmak, daha fazla istihdam sağlamak, daha hızlı koşmak istiyoruz. 5 yıldır herkese gösterdiğimiz gibi, işimizi nasıl yapacağımızı çok iyi biliyoruz. İşimizi yapmak için tek bir şey istiyoruz: Güven ve istikrar ortamı sürdürülsün ve önümüzde, geleceğe ilişkin bir ufuk olsun.
Son birkaç ayda olup bitenlerin, işte bu ufku karartmasından endişe duyuyoruz. Evet, sancılı bir dönemden geçiyoruz. Ama yaşadıklarımız, çağdaş iktisadi ve toplumsal yapının gerisinde kalan, milletimizin beklentilerini karşılayamayan, siyasi ve idari yapımızın neden olduğu sancılardır.
Şimdi, bu siyasi ve idari yapıda, köklü bir reformun zamanıdır. Şimdi, diyalog üretecek, uzlaşma üretecek, sorunlarımıza çözüm üretecek, yeni bir siyaset anlayışını oluşturma zamanıdır. Diyalog ve uzlaşma, ancak bunlara zemin sağlayan, bir sistemde mümkündür. Siyasi ve idari sistemde reform yapmadan, ekonomik reformlara devam etmemiz mümkün değildir.
İşsiz veya işini kaybetme riski olan büyük bir kitle, istikrarı koruyan, istihdam sağlayan, gelir artıran politikalar istiyor. Türk halkı, Cumhuriyetin kazanımlarından vazgeçmeden, kendi değerlerine saygılı ve dünya standartlarında bir demokrasi istiyor. Türk halkı, kapılarını dünyaya kapamak istemiyor. Dünya ekonomisinden daha fazla pay almak istiyor. Türk halkı, kamu yönetiminde şeffaflık ve sorumluluk istiyor, sisteme inancını zayıflatan adaletsizlikleri ve yolsuzlukları, artık daha fazla görmek istemiyor.
İşte siyasi ve idari yapımız, bu taleplere cevap veremediği içindir ki;
• Keskin inançlar ve ideolojiler ön plana çıkıyor, toplumu kamplara bölüyor,
• Küreselleşme çağında artık imkânsız olan “içe kapanma” eğilimleri güçleniyor,
• Bir cihan imparatorluğunun varisi olan ülkemizde tarih boyunca nadiren görülen yabancı düşmanlığı yayılmak isteniyor,
• AB’ye tam üyelik olsa da, olmasa da, yapmamız gereken reformlar konusundaki bezginlik, değişim çabalarını zorlaştırıyor.
Değerli dostlarım,
Bugün Türkiye bir bakıma, 2001’dekine benzer bir dönüm noktasındadır. 2001 krizi bize, bozuk iktisadi sistemin devam etmesinin, imkânsız olduğunu göstermişti. Bu sayede krizi, değişimi ateşleyecek bir fırsata dönüştürmeyi başarmıştık. Şimdi yaşadığımız olumsuzlukları, fırsata çevirecek olan da bizleriz.
Türkiye, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, bir bütün olarak iyi bir sınav verememiştir. Artık, “kimin kabahati en büyük” diye tartışmayı bırakıp, sistemin işlemeyen yönlerini, doğru tespit etmek zorundayız. Türkiye’de siyasetin sorunu, kişilerde değil, sistemde aranmalıdır. Mevcut siyasi sistem, vekilleri milletinden koparıyor. Seçmenler vekillerini tanımıyor, takip edemiyor.
Nasıl ki ekonomide, iş yapma zihniyeti değiştiyse, artık siyasette de zihniyet değişiminin zamanıdır. Siyasi partiler ve seçim yasaları, seçmenle seçilen arasındaki bağı kuvvetlendirecek şekilde değiştirilmelidir. Yöneten demokrasiyi sağlamanın yolu, siyaseti tabana yaymaktır. Siyasetin de görevi, tabanın sesini duymaktır. Kendisine vekillik edecek kişiyi, bizatihi milletin kendi, kendi içinden seçebilmelidir.
Diğer taraftan, 1982 Anayasası’nın miadını doldurduğunu görüyoruz. Anayasamız, zaten yapılan çok sayıda değişikliklerle, yamalı bohçaya dönmüş, sistematiğini yitirmiş durumdadır. Artık yeni bir anayasa yazmanın zamanı gelmiştir. Yeni meclisimiz, yeni anayasayı katılımcı bir şekilde hazırlamalıdır. Yeni anayasamızın temeli, vatandaşına güvenen, ona hizmet için varolan, modern devlet anlayışı olmalıdır. Bu yeni anayasa, Türkiye’yi 21. yüzyılda atağa kaldıracak, milleti temsil eden yeni siyasetin altyapısı olacaktır. Buna paralel olarak, kamu yönetiminde yarım kalan reform süreci de tamamlanmalıdır. Yeni meclisimizin ilk ve öncelikli gündemi, siyasi ve idari sisteme dair bu reformlar olmalıdır.
Kıymetli delegeler, saygıdeğer misafirler,
Türk iş camiası olarak siyasi partilerimizden, ekonomide istikrar ortamını güçlendirecek bir tedbirler paketi hazırlamalarını ve Türkiye’nin geleceği için bir ufuk çizmelerini istiyoruz;
• Ekonomisini yüzde 7’nin üzerinde büyüten,
• Bütçesi açık vermeyen,
• Enflasyonu ve faiz oranları tek haneli seviyeleri geçmeyen,
• İşsizlik oranı yüzde 5’in altına inmiş,
• Kişi başına geliri 10 bin dolara yükselmiş, bir Türkiye görmek istiyoruz.
Siyasi partilerimiz, bu hedeflere, hangi kaynakla ve nasıl ulaşacaklarını anlatmalı, uygulanabilir projeler ve vizyonu olan programlar ortaya koymalıdır. Bu hedeflere ulaşırken, unutulmaması gereken temel önceliğimiz, zorlukla kazandığımız ekonomik istikrarın korunmasıdır.
Hızlı büyümenin, ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olan, cari açığın neden olduğu, kırılgan ve hassas yapı, her zaman akılda tutulmalıdır. Kamu maliyesindeki disiplini gevşetecek ve şeffaflığı zedeleyecek adımlardan uzak durulmalıdır.
Karşılığı olmadan yapılacak her tür harcamanın, vergi ya da enflasyon yoluyla, halkın cebinden çıktığını veya borçlanmaya neden olup, dışarıya bağımlılığımızı artırdığını unutmayın. Daha çok para harcamanın tek bir formülü vardır; kamuoyuna ve piyasalara, daha az harcama yapacağınızı gösterin ki, böylece artacak güven ortamı, faizlerin düşmesini sağlasın.
Değerli dostlarım,
Vatandaşımızın gerçek gündemi işsizliktir. Türkiye her yıl, bir öncekinden daha fazla istihdam sağlamak zorundadır. Çünkü her yıl 900 bin gencimiz çalışma çağına gelmektedir. Buna ek olarak, her yıl yüz binlerce insanımız, tarımsal işgücünden çıkıp, şehirlerde iş aramaktadır. Ekonomik büyümenin daha fazla istihdam sağlaması, öncelikli konularımız arasında olmalıdır.
Küresel rekabet, birçok işyerinin kapanmasına, binlerce çalışanın başka işler aramasına yol açmaktadır. Yüksek istihdam maliyeti ve katı çalışma mevzuatıyla, işsizliği azaltamayız. Daha fazla istihdam için, yıllardır ihmal edilen, emek piyasasındaki katılıkların kaldırılması, istihdam üzerindeki mali ve bürokratik yüklerin hafifletilmesi şarttır.
İstihdamı artıracak ikinci önlem, eğitim reformudur. Küresel rekabette, daha fazla katma değer üretimi, bilgiye dayalıdır. Sanayimizin rekabet edebilmesi için elimizdeki silah, artık, sahip olduğumuz bilgimizdir. O halde, işgücümüzün niteliklerini de, buna göre yenilememiz, geliştirmemiz gerekir.
Bugün işsizliğin esas kaynağı, günümüz iş hayatında ihtiyaç duyulan becerilerle, okullarımızın kazandırdığı beceriler arasındaki uyuşmazlıktır. Okullarımız, iş âleminin istediklerini öğretmemekte, iş âlemiyse, okullarımızın öğrettiklerine ihtiyaç duymamaktadır.
Bir takım bilgilerin yüklendiği, ama eğitilmeyen bir toplumla, geleceğimizin aydınlatılması düşünülemez. Bu önemli konuda ne yazık ki, bir sağırlar diyalogu hüküm sürmektedir. Eğitim reformu yıllardır, kısır tartışmalara kurban edilmektedir. Artık eğitimi, popülizmin ve siyasetin dışına çıkartmak zorundayız.
Meslek okulları, sanayinin ara eleman ihtiyacını karşılayacak merkezlere dönüşmelidir. Beceri kazandırmaya yönelik programlar, sadece gençleri değil, sayısı hızla artan, orta yaşlı işsizleri de kapsamalıdır. İşsizlik Sigortası Fonu, bu çerçevede artık aktifleştirilmelidir. Küresel ekonominin en önemli gerekleri olan, bilgisayar ve yabancı dil öğretimi teşvik edilmelidir.
Atatürk’ün başlattığı okuma yazma seferberliği gibi, bugün de milyonlarımızı, çağın gerektirdiği becerilerle donatacak, nitelikli kılacak, bir eğitim seferberliğine derhal başlama zamanıdır. Burada kaybedilen her dakikanın yol açtığı vahim sonuçlara, günlük hayatımızda artık giderek daha fazla tanık oluyoruz.
Hangimizin yakın çevresinde, işsiz biri yok, hangimizin yakın çevresinde, suça maruz kalmış biri yok? Ülkemizde her 40 saniyede, bir suç işleniyor. O da sadece kayıtlara geçeni. Niye işlenmesin ki, yakalansa bile ceza görüyor mu? 100’den fazla sabıka kaydı olanlar, aramızda dolaşmıyor mu? Toplumda en ağır yarayı, suçun cezasız kalması açıyor. Toplumun vicdanı kanıyor. En tehlikelisi de, adalet kavramı zedeleniyor. Polisimizin ve adalet sisteminin elini güçlendirip, insanlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamalıyız.
Yargı sistemimizin işleyişindeki aksamalar, özel sektörümüzün de en önemli sıkıntılarından biridir. Davalar bitirilememekte, mahkemeler, uyuşmazlıkları vaktinde çözememekte, ekonomik konulardaki mevzuat ve yargı kararları, çağın gereklerini izleyememektedir. Etkin ve hızlı çalışan bir Hukuk sistemi, hem hak ve özgürlüklerin, hem de iktisadi gelişmenin teminatıdır. Yargı sürecinin hızlandırılması ve yargının çağın gereklerine ayak uydurması için, ihtisaslaşma dâhil, gerekli reformların yapılmasını bekliyoruz. Artık yargı tarafsızlaşmalıdır.
Sayın Başbakanım, sayın Genel Başkanlar,
Bugüne kadar alınan tedbirler, istikrarı ve büyümeyi sağlamıştır. Türkiye ekonomisi son 5 yılda, tarihimizde ender görülen bir hızla, yılda ortalama yüzde 7,5 büyümüştür. Ama istikrarı ve büyümeyi, bundan sonra da devam ettirebilmek için, yeni tedbirlere ihtiyaç duyulmaktadır. İstihdam artışını sürekli kılmanın yolu, büyümeyi sürekli kılmaktır.
Ekonomide oluşan ikili yapıyı, yani büyümeden olumlu etkilenenler kadar, bundan nasibini alamayanları, siftahsız kepenk indirenleri, kapanan çok sayıdaki küçük işletmelerimizi, esnaf ve sanatkârlarımızı, akıldan çıkarmamalıyız. Büyümeye bereket kazandırmak için, devamlı vurguladığımız mikro reformları yapma zamanıdır. Büyümenin devamı da, ancak böyle mümkündür.
Evet, Türkiye’nin büyümesi, eskiye göre daha iyidir. Ama küresel yarışta, önümüzdekilere yetişebilmek için, yüksek büyüme hızını kalıcı kılmak zorundayız. 2006 yılında dünya geneli yüzde 5 büyürken, gelişen ülkeler yüzde 7 büyümüştür. Bunlardan Çin yüzde 10, Hindistan yüzde 9, Doğu Avrupa yüzde 6 büyümüştür.
Hemen her ülkenin büyüdüğü bir dünyada, yavaşlama lüksümüz yoktur. Durmak, kaybetmektir. Peki, özel sektörümüzün elini kolunu bağlayarak, bunu nasıl gerçekleştireceğiz. Bir tarafta, en ağır mali ve bürokratik yükler olduğu gibi kalacak, sonra da müteşebbislerimize, nasıl ayakta kalırsan kal mı diyeceğiz?
Yüksek büyüme temposunu devam ettirmek istiyorsak, büyümenin istihdam kapasitesini yükseltmek istiyorsak, ekonominin rekabet gücünü artırmak istiyorsak, düşük döviz kurunu, şirketlerimiz için daha tahammül edilir hale getirmek istiyorsak, mikro ekonomik reformları tamamlamak zorundayız. Böylece bir taraftan, makro istikrarı korurken, müteşebbislerimizi, ayaklarındaki prangalardan kurtarmak mümkün olacaktır.
Değerli dostlarım,
Türk insanı müteşebbistir. Türkiye’de her sene çok sayıda kobi kurulmakta, müteşebbislerimiz, yeni fikirlerini hayata geçirecek, yeni iş sahaları bulmaktadırlar. Ekonomideki başarının kahramanı Kobilerimizdir. Ancak çok sayıda kobi kurabilsek de, bunları yeterince büyütemiyoruz. Kobilerimiz, kuruldukları büyüklükte kalıyor ve küresel rekabet karşısında tutunamıyor.
Oysa küreselleşen dünyada ayakta kalmanın çaresi, şirketlerimizi büyütmektir. Çünkü büyük şirketler daha verimlidir. Verimli şirketlerin de, rekabet gücü daha fazladır. Peki kobilerimiz neden küçük kalmaktadır? Bunun ilk sorumlusu biziz. “Küçük olsun benim olsun” anlayışını terk etmeliyiz, ortaklık kültürünü geliştirmeliyiz, aile şirketlerimize, büyümeleri için kurumsallaşmaları gerektiğini öğretmeliyiz.
Diğer taraftan, ticaret ve vergi mevzuatı, şirketlerin birleşmelerini ve büyümelerini teşvik etmelidir. Şirketlerimizin kurumsallaşmasına ve mali tablolarının kalitesini artırmaya yönelik, çok önemli bir reform olan, yeni Türk Ticaret Yasası Kanunu, biran evvel çıkarılmalıdır.
Kobilerimizin küçük kalmasının ardındaki diğer bir önemli sebep, kayıtdışılıktır. Çünkü kayıtdışı çalışan bir şirketin bilânçosu, gerçeği yansıtmaz. Bankalar da böyle bir şirkete, büyümesi için kredi veremez. Kobilerimiz, üzerlerindeki ağır vergi ve işgücü maliyetleri nedeniyle, hayatta kalmanın tek yolunu, kayıtdışına çıkmakta bulmaktadır. Dikkat edin bu bir tercih değildir, hatalı sistemin yönlendirmesidir. O halde, acilen kayıtdışı sorununun çözülmesi gerekmektedir. Kayda girmenin maliyetleri azaltılmalı, kayıtlı ekonomide çalışma, cazip hale getirilmelidir.
Şirketlerimiz de artık, kayıtdışı çalışmanın, küçük kalmak anlamına geldiğini ve geleceği olmadığını görmelidirler. Hükümetimizin kararlılıkla sürdürdüğü vergi indirimlerine paralel olarak, vergi sistemi yeniden dizayn edilerek, basitleştirilmeli, bürokrasinin takdir yetkisinin değil, kuralların hâkim olduğu bir sistem kurulmalıdır.
Sayın Başbakanım, Sayın Genel Başkanlar,
Büyüyen cari açık endişesini azaltmak ve her gün artan Uzakdoğu rekabeti karşısında ayakta kalabilmek için, yıllardır vurguladığımız gibi, bir sanayi stratejisine ihtiyaç vardır. Bizim, işgücü maliyetlerimizi, Çin’le aynı seviyeye düşürmemiz mümkün değildir.
O halde rekabet edebilmek için, yatırımcılarımızı, katma değeri yüksek, küresel arenada rekabet edebilir faaliyetlere yönlendirmeliyiz. Bu da ancak, bölgelerin ve sektörlerin özelliklerine, Türk ekonomisinin ihtiyacına göre şekillendirilecek, bir yatırım teşvik sistemiyle mümkündür.
Yatırım indirimi uygulaması, proje bazında sürdürülmeli, ileri teknoloji getiren ve ihracata dönük yatırımları kapsamalıdır. Bakın bugün Hindistan, böyle bir stratejiyle, bilişim sektöründe dünya markası haline geldi. Hint bilişim şirketleri 10 yılda 2 milyon kişiye istihdam alanı açtı, 50 milyar dolar ihracata ulaştı.
TOBB olarak Türkiye’nin sanayi stratejisinin hazırlanmasına aktif katkıda bulunmak istiyoruz. Zira çağımızda, ekonomiyi ilgilendiren kararlar, diyalog ve uzlaşıyla alınmaktadır. Kamu ile özel sektör arasında kurulacak, kalıcı ve sürekli bir diyalog, sanayi stratejisinin temelidir.
Saygıdeğer misafirler,
Ekonomik büyümenin, milletimizin taleplerine cevap verebilmesi için, bir diğer ihtiyacımız, tüm vatandaşlarımızı kapsayan, ama kendi ayakları üzerinde durabilen, bir sosyal güvenlik sistemidir. Artık taşınmaz hale gelen sosyal güvenlik sistemi, baştan aşağı yeniden düzenlenmelidir.
Her yıl büyüyen bir kara deliğe dönüştüğü yetmezmiş gibi, şimdi bir de imtiyazlı bir sınıf yaratan bu sistemi, daha ne kadar taşımaya devam edeceğiz? Hükümetimizin, sistemi reforme etme yolundaki çalışmalarını teşekkür ediyor ve yeni meclisimizin neticelendirmesini bekliyoruz. Bu dağınık ve kontrol dışı yapının düzenlenmesi için, anayasa değişikliği de dâhil, hukuki düzenlemeler hızla yapılmalı ve Sosyal güvenlik reformu tamamlanmalıdır.
Kıymetli delegeler,
Küreselleşme sürecinin dışında kalarak, kapılarını kapatarak, içine dönük bir yapı içinde, ne Türkiye ekonomisi büyür ve gelişir, ne de Türkiye lider ülke olur. Büyük şirketleriyle küresel ekonomide yerini almış, büyük Türkiye’nin dış politikada da büyük hedefleri olacaktır. Bu noktada dış politikamızda, önümüzdeki aylarda gündemde olacak birkaç hususa değinmek istiyorum:
Kıbrıs meselesi hala çözülememiştir. Biz Kıbrıs meselesinde, verilen sözlerde durmanın, bizim kadar, AB’nin de namus borcu olduğunu düşünüyorduk. Üzülerek görüyoruz ki AB sözünde durmamıştır. Avrupalı dostlarımızı basiretli davranmaya ve Kıbrıs sorununda hakkaniyetli çözüme katkıda bulunmaya davet ediyoruz.
Yanıbaşımızda, komşumuz Irak’ta yaşanan istikrarsızlıksa, endişe verici boyutlardadır. Bu konuda öncelikli politikamız, istikrarsızlığın Irak sınırlarının dışına çıkmasını engellemek olmalıdır. Bunun yoluysa Irak’ın toprak bütünlüğünü korumaktır.
Terör konusu da, kaynağı itibariyle, hem bir dış politika, hem de başlıca güvenlik meselemizdir. Teröre ve destekçilerine karşı mücadelede, kahraman ordumuz, emniyet güçlerimiz, siyasetçilerimiz ve sivil toplum, birbirine kenetlenmelidir. Teröre karşı mücadele, ülkemizin meşru hakkıdır. Yine bu çerçevede, terörü bir hak arama vasıtası göstermeye çalışan ve mazur gösteren belli kesimlere karşı, hem toplumsal, hem de kanuni tepkiler mutlaka gösterilmelidir.
Değerli dostlarım,
Son olarak, iki önemli hususa daha temas etmeden geçemeyeceğim. Hızlı gelişmeyi takiben, içinde yaşadığımız dünya, çevre tahribatına giderek daha fazla maruz kalmaktadır. Oysa sürekli kirlenen bir dünyada, korunan bir çevre, korunan bir doğa, bizim için ayrı bir itibar kaynağıdır. Gelecek nesillere bırakabileceğimiz en değerli mirasımız, tabiat varlıklarımızdır. Evladımızın, torunlarımızın, gelecek nesillerimizin, Allah’ın bize lütfu olan doğal zenginlikler içinde yaşama hakkını korumak, milli politikamız olmalıdır.
Diğer yandan, bir ülkenin gelişmişlik koşullarından biri de, tarımının kalkınmış olmasıdır. Tarımı, çiftçimiz ve ülkemiz için gelir kaynağına dönüştürecek bir tarım reformunun yapılmasına ihtiyaç vardır. Tarım Çerçeve Yasası’nın çıkarılması, önemli bir adımdır. Şimdi buna paralel olarak, tarımla ilgili kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler hazırlanmalıdır. Tarımda bugüne kadar sürdürülegelen, geleneksel küçük işletme yapısı terk edilerek, gelişmiş ülkelerdeki gibi, işletme bazlı üretim modeli teşvik edilmeli, kalite ve verimlilik için planlı üretime geçilmelidir.
Kıymetli delegeler, saygıdeğer misafirler,
Çağımızda milletlerin gücü, iktisadi zenginlikleri, becerileri ve şirketleriyle ölçülmektedir. Bugün Türkiye’yi büyütenler, Türkiye’nin ismini yüceltenler, küresel arenada temsil edenler, Türk müteşebbisleridir. Orta Doğu’da, Orta Asya’da, Avrupa’da, Rusya’da, Kuzey Afrika’da, hep Türk müteşebbisleri vardır. Yalnızca ticaretle değil, inşaatla değil, aynı zamanda üretimle de uğraşmaktadırlar.
Türk sanayisi, Türk müteşebbisleri Cumhuriyetimizin en büyük kazanımıdır. Türkiye, bölgesindeki en güçlü özel sektöre sahiptir. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın toplam sanayi malları ihracatının yüzde 65’ini Türkiye tek başına yapmaktadır. Seksen yılda bu topraklarda ne yaptınız diye soranlara, petrolümüz, doğal kaynağımız olmadan, sadece kendi gücümüze güvenerek meydana getirdiğimiz, bu muazzam üretim gücünü göstermeliyiz.
Sonu gelmeyen siyasi içerikli tartışmalardan başımızı kaldırdığımızda, aydınlık bir geleceğin bizi beklediğini görebiliriz. İktisadi ve siyasi reformları tamamlar ve son beş yılda yakaladığımız (yüzde 7,5’luk) büyüme hızını korursak, Türkiye, 25 yıl içinde AB’yi yakalayacaktır. Bu yüzden Türkiye’nin durmaya, vakit kaybetmeye tahammülü yoktur. O halde önümüzdeki seçimleri ve oluşacak yeni meclisi bir fırsata dönüştürmeliyiz.
Avrupa Birliği sürecinde gerçekleştireceğimiz mevzuat dönüşümü, müteşebbislerimizin elini güçlendirecektir. Keyfiliğin yerini kurallar almalıdır. Kurallar olmalı, herkese eşit uygulanmalı, kuralların nasıl değişeceği de, kurallara bağlı olmalıdır. Avrupa’daki Türk müteşebbislerine bakın. Nasıl oluyor da, Türkiye’deki müteşebbislerden daha verimli olabiliyorlar. İnsan aynı insan, ama faaliyetin yapıldığı, sistem farklıdır. Muasır medeniyet seviyesi olarak kabul ettiğimiz modern iş görme zihniyetini tesis edebilmek amacıyla AB sürecine önem veriyoruz. İstikrarı korumak için AB çıpasının önemli olduğunu düşünüyoruz.
İktidarıyla, muhalefetiyle meclisimizin tamamı, AB katılım sürecinde örnek bir uyum ve işbirliği göstermiş, önemli mevzuat değişikliklerine imza atmıştır. Tüm ülkenin takdir etmesi gereken bu birlikteliğe teşekkür ediyor, yeni dönemde de devamını diliyoruz.
Değerli siyasetçiler,
Burada, Türkiye’nin her bölgesinden ve her sektöründen gelmiş, kanaat önderleriyle bir aradasınız. Hem Türkiye’nin temel direği ve Türk ekonomisinin omurgası olan, girişimci orta sınıfı, hem de bayrağımızı dünyada gururla dalgalandıran küresel Türk şirketlerini biz temsil ediyoruz. Demokrasinin güvencesi bizleriz. Rekabete açık piyasa ekonomisi, iyi eğitim, şehirleşme gibi çağdaş dinamikler, toplumun tüm kesimlerine, bizimle ulaşır.
Biz, Anayasamızda belirtilen; demokratik, laik, sosyal hukuk devleti yapımızın, ülkemizin tartışılmaz değerleri olduğuna inanıyoruz. Biz yıllardır Türkiye’de değişimin, dönüşümün taşıyıcısı olduk. İnsanlarımız daha çok çalışsın, daha çok kazansın diye uğraştık. İnsanlarımız daha mutlu olsun diye çalıştık. Biz, tek bir vatandaşımız bile, çocuğum iş bulabilecek mi, endişesini duymasın diye çalıştık. Bu milletin evlatlarına, daha güzel bir gelecek bırakalım diye çalıştık.
Biz Türk müteşebbisleri, bundan sonra da, birlik ve beraberlik içinde, dur durak bilmeden çalışmaya, üretmeye devam edeceğiz. İşte bu camia; Türkiye’yi dünyada sözü geçen, itibar sahibi bir ülke haline getirecek, insanlarımızın refahını yükseltecek, ülkemizi kalkındıracaktır. Türkiye; lobilerle değil, kobilerle kalkınacaktır. Rantiyeyle değil, şantiyeyle kazanacaktır.
Bu yüzden tüm siyasilerimizin ve bürokratlarımızın, bu camiaya yardımcı olmalarını, destek vermelerini bekliyoruz. Biz de en kaliteli ürünlerle, dünyanın en zor, en rekabetçi pazarlarında varolmaya, bayrağımızı dünyanın dört köşesinde şerefle dalgalandırmaya devam edeceğiz. Çabamız, ülkemiz içindir. Başarımız, ülkemizin başarısıdır. Küresel arenada edineceğimiz itibar, ülkemizin itibarıdır. Türkiye bu cefakâr ve girişimci insanların, yani sizlerin sırtında yükselecektir. 21. asrı bu büyük camia Türk asrı yapacaktır.
Değerli dostlarım,
Bir yıl önce sizlere bu kürsüden şöyle hitap etmiştim: “Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmak, dünyada sözü geçen bir ülke olmak elimizdedir. Ama bunun için, dün yapamadığımızı bugün yapmalıyız, başladığımız işi bitirmek zorundayız.” İşte şimdi, başladığımız işi bitirme zamanıdır. 2001’deki karanlık kriz günlerinden, dünyanın sayılı büyüme hikâyelerinden birini çıkaran Türkiye, Sizlerle çok daha büyük başarılara imza atacaktır.
Siyasi kutuplaşmaların, reformların önünü kesmesine izin vermeyeceğiz. Türkiye’nin geriye gitmesine, kavga, karmaşa ve belirsizlik ortamına sürüklenmesine izin vermeyeceğiz. Elimizdeki fırsatı kaçırmamak için, şimdi kavga etmek yerine birlik olup, Ulu Önderimiz Atatürk’ün bize hedef gösterdiği muasır medeniyet yolunda, koşar adımlarla ilerleme zamanıdır. Hiç kuşkunuz olmasın ki Türkiye, bize ve şanlı mazimize yakışır bir şekilde, dünyadaki yeri tarihteki yerine yakışan, dünyada sözü geçen, dünyaya yön veren, dünyanın en büyük ülkeleri arasındaki yerini alacaktır. Türkiye geleceğini istiyor. İşte Türkiye’ye yakışan budur. Yolumuz açıktır, Allah yardımcımız olsun.”